6 Nisan 2010

ŞEHRİYAR ( GÜNEY AZERBAYCAN )

Türk dünyasının en güçlü ozanlarından olan Muhammed Hüseyin Şehriyâr, 1904 yılında Tebriz’de doğdu. Babası Dâvâ Vekili Mirzâ Aka Hoşgenabî, Hoşgenab kasabasının Haydar Baba köyündendir. Şiire ad olan Haydar Baba, hem bir köy ismi, hem de bir dağ adıdır. Bu dağın eteklerinde şu köyler vardır: Güllüce, Narinâbad, Başkend, Taşatan, Kıpçak, Serha, Karaçimen, Hoşgenab, Kayışkursak, Vangüzelleri, Büyükşengilova... Bunlar Türk köyleridir. Şehriyâr’ın çocukluğu bu köylerde geçmiş; Haydar Baba’nın eteğindeki kırlarda dolaşıp, oyun oynamıştır.

Şehriyâr, Haydar Baba’ya Selâm şiiriyle çocukluk günlerine döner. O günleri arar. O köylerdeki gelenekleri, köy hayatını anlatır. Anlatışında duruluk, içtenlik vardır. Haydar Baba’ya Selâm şiirinde anlattığı hayat, herhangi bir Türk budununun bulunduğu yöredekinin hemen hemen aynısıdır. Aynı sosyal ilişkileri, aynı gelenekleri; Türkmeneli’nde, Kırgızeli’nde, Kazakeli’nde, Özbekeli’nde veya Anadolu’da bulmak mümkündür. Bu bakımdan bu ulu şiir, Türk dünyasında, bozkır hayatının, özellikle köy hayatının en usta anlatımıdır.

Diğer yandan Şehriyâr, İran’da yazdığı Türkçe şiirlerle, İran Türkünün kültür varlığını da bütün dünyaya tanıtmıştır. Şehriyâr, bu bakımdan unutulmayacak bir ulu kişidir.
Şehriyâr, sadece Güney Azerbaycan'ın değil, bütün Türk dünyasının en önemli şairlerinden birisidir.

Türk dünyasının en güçlü ozanlarından olan Muhammed Hüseyin Şehriyâr, 1904 yılında Tebriz’de doğdu. Babası Dâvâ Vekili Mirzâ Aka Hoşgenabî, Hoşgenab kasabasının Haydar Baba köyündendir. Şiire ad olan Haydar Baba, hem bir köy ismi, hem de bir dağ adıdır. Bu dağın eteklerinde şu köyler vardır: Güllüce, Narinâbad, Başkend, Taşatan, Kıpçak, Serha, Karaçimen, Hoşgenab, Kayışkursak, Vangüzelleri, Büyükşengilova... Bunlar Türk köyleridir. Şehriyâr’ın çocukluğu bu köylerde geçmiş; Haydar Baba’nın eteğindeki kırlarda dolaşıp, oyun oynamıştır.

Şehriyâr, Haydar Baba’ya Selâm şiiriyle çocukluk günlerine döner. O günleri arar. O köylerdeki gelenekleri, köy hayatını anlatır. Anlatışında duruluk, içtenlik vardır. Haydar Baba’ya Selâm şiirinde anlattığı hayat, herhangi bir Türk budununun bulunduğu yöredekinin hemen hemen aynısıdır. Aynı sosyal ilişkileri, aynı gelenekleri; Türkmeneli’nde, Kırgızeli’nde, Kazakeli’nde, Özbekeli’nde veya Anadolu’da bulmak mümkündür. Bu bakımdan bu ulu şiir, Türk dünyasında, bozkır hayatının, özellikle köy hayatının en usta anlatımıdır.

Diğer yandan Şehriyâr, İran’da yazdığı Türkçe şiirlerle, İran Türkünün kültür varlığını da bütün dünyaya tanıtmıştır. Şehriyâr, bu bakımdan unutulmayacak bir ulu kişidir.
Şehriyâr, sadece Güney Azerbaycan'ın değil, bütün Türk dünyasının en önemli şairlerinden birisidir.


“Bir gözün açar, bir gözün yumar / Araz'ı serin gördükde umar / Hezer'i derin gördükde cumar / Can deryasına cuman ayrılıg / Aman ayrılıg, aman ayrılıg./ Araz'ım vursun baş daşdan daşa / Göz yaşı gerek başlardan aşa / Nece yad olsun gardaş gardaşa / Ne din ganır, ne iman ayrılıg / Aman ayrılıg, aman ayrılıg.”Dinlerken hepimizin yüreğini titreten “Ayrılık” şiiri Şehriyar’ın. Peki kimdir Şehriyar? “Heyderbaba’ya Selâm” manzumesiyle Oğuz coğrafyasında kuvvetli bir edebiyat dalgalanması meydana getiren Şehriyar (1906-1988) Güney Azerbaycan'ın Türkçe ve Farsça yazan en büyük çağdaş şairidir.

Tam adı Doktor Mehemmed Hüseyin Behcet Tebrizi Şehriyar olan şair, Tebriz’in Bağmeşe mahallesinde dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi kesinlikle belli değildir. Öyle ki doğum tarihi çeşitli kaynaklarda 1904’ten 1908’e kadarki tarihlerin her birine isnat edilmektedir. Çoğunlukla 1283 ve 1285 hicri güneş yıllarında doğduğu kabul edilir. Bu tarihler 1904-1905 ile 1906-1907 miladi yıllarına tekabül eder. Şimdiye dek en fazla kabul gören tarihler 1905 ve 1906 tarihleridir. Türkiye’de ise doğum tarihi daha ziyade 1904 olarak kabul görmüştür.Babası fakirlere ve mazlumlara yardımlarıyla tanınmış avukat Hacı Mirağa Hoşginabi, annesi Kövkeb hanımdır. Şehriyar’ın çocukluk yılları İran meşrutiyet hareketi yıllarına raslar (1905-1911). Şehirdeki karışıklıklar dolayısıyla babası aileyi dede baba yurdu olan Heyderbaba dağının eteğinde kurulmuş bulunan Hoşginab köyüne nakletmiştir.Şair ilk tahsilini babasından almış, o devirde okunması adet edinilen Sadi’nin Gülistan’ı, Kuran-ı Kerim ve Ebu Nesri Ferahi’nin Nesab adlı Arapça-Farsça manzum sözlüğüyle tahsilini sürdürmüştür.Şehriyar resmi ilk öğrenimine Tebriz’deki Medrese-yi Müttehide’de başlamıştır. 7 yaşında Perveriş adlı ilkokula gitmiş, sonra bu okul başka iki okulla birleştirilerek Medrese-yi Müttehide adını almıştır. Şair yaz aylarında Kayışkurşak köyünde Molla İbrahim adlı bir hocadan da ders görmüştür (Bak. Heyderbaba’ya Selam, 47. beşlik). Orta tahsilini Füyuzat ortaokulunda sürdürmüş, Tebriz’deki bu iki okulda 9. sınıfa kadar okumuştur. Bu sırada öğrenimine biraz ara vermiş, Tebriz’deki Talibiye medresesinde Arap dili ve edebiyatı tahsili görmüş, 1922 yılında Tahran’a gitmiştir.1923’te, Tahran’da üniversitenin tıp fakültesine girmiş, bitiremeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Zira Süreyya adlı bir kıza vurulmuş, hükümetin ileri gelenlerinden Çırağ Ali Han Pehlevi’nin baskısıyla Tahran’ı terk etmek mecburiyetinde kalmış ve Nişabur’a sürgün edilmiştir (1932).Aynı yıl noter idaresinde devlet memurluğuna başlamış, Horasan’ın çeşitli yerlerinde ve Meşhed’de memurluk yapmıştır. 1934’te babası vefat etmiştir. 1953’te Tahran’a dönmüş, buhranlı bir döneme girmiş ve inzivaya çekilmiştir. 1952’de annesini kaybetmiş, 1953’te Tahran’dan ani olarak ayrılıp, ana yurdu olan Tebriz’e dönmüştür. Tebriz’de Ziraat bankasında çalışmış ve buradan emekli olmuştur.1953’te akrabalarından Azize hanımla evlenmiş, bu evlilikten 2 kız, 2 oğlan çocuğu olmuştur. Bugün hayatta iki kızı ve bir oğlu vardır (Bir oğlu küçükken ölmüştür).Şehriyar 18 Eylül 1988’de Tahran’daki Mehr hastanesinde ölmüş, cenazesi Tebriz’e gönderilerek ve milli yas ilan edilerek Makberetü’ş-Şuara’ya gömülmüştür. Merasim sırasında hiç bir dükkân açılmamış ve bütün halk matem işareti olarak karalar giyinmiştir.
Şehriyar’ın en önemli Türkçe eseri Heyderbaba’ya Selam’dır. Bu anıtsal şiirin birinci bölümü 1954’te, ikinci bölümü 1964’te yayımlanmıştır. Bunlardan başka diğer tanınmış eserleri şunlardır: Türk’ün Dili (1969), Memmed Rahim’e Mektub (1967), Sehendim (1969-1970), Behcetabad Hatiresi, El Bülbülü, Süleyman Rüsteme Cavablar, Döyünme ve Söyünme, Tersa Balası, Naz Eylemisen, Türk Övladı Geyret Vahtıdır, Derya Eledim, Türkiye’ye Heyali Sefer. Bugüne kadar Şehriyar’ın 92 Türkçe şiiri tesbit edilmiş bulunmaktadır.Farsça şiirleri dört ciltlik divan ve iki ciltlik külliyat halinde basılmıştır. Farsça şiirlerinin en ünlüleri Gecenin Efsanesi, Şiir ve Hikmet ile Eyvay Anam’dır.Şehriyar’ın şiirleri İran’da, Kuzey Azerbaycan’da ve Türkiye’de pek çok defa basılmıştır. İran’da Yahya Şeyda, Hamid Memmedzade ve Esger Ferdi şairin Türkçe külliyatını neşretmişler ve bu eserler müteaddit baskılar yapmışlardır. Kuzeyde ise Hamid Memmedzade-Gulam Hüseyin Begdili, Hekime Billuri-Nazım Rizvan ve Esger Ferdi çeşitli neşirler yapmışlardır.Heyderbaba’ya Selam Türkiye’de ilk defa 1954’te Azerbaycan dergisinde neşredilmiştir. Heyderbaba’ya Selam Ahmet Ateş (1964) ve Muharrem Ergin tarafından (1971) tarafından incelemeli olarak yayımlanmıştır. Türkiye’de Şehriyar’ın en tafsilatlı, doğru ve tam neşri Yusuf Gedikli tarafından gerçekleştirilmiştir (Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, İstanbul 1990. 2. baskı 1991). Bu eserde Şehriyar’ın 86 şiiri, hayatı, Heyderbabaların etrafında teşekkül eden edebiyat, şiirlerinin yazılış sebepleri geniş bir incelemeyle verilmiş, ayrıca kitabın sonuna takriben 3000 kelimelik bir sözlük eklenmiştir. Bu kitap şu ana kadar Şehriyar ve onun Türkçe eserleri üzerinde yazılan en ayrıntılı ve en ciddi eserdir.

Eserlerinde Kuzey Azerbaycan’a olan sevgi ve Kuzeyden ayrı olmanın hasreti açık şekilde kendini gösterir. Hayali seferlerle ziyaret ettiği Türkiye ve özellikle Kuzey Azerbaycanı görme arzusu onda bir ukde olarak kalmıştır.1953’te yazılan ve 1954’te neşredilen Heyderbaba’ya Selam manzumesinin yazılmasında annesinin mühim rolü olmuştur. Şairin annesinin “oğlum sana büyük şair diyorlar, fakat sen nece yazıyorsun ki ben anlamıyorum?” demesi üzerine, Şehriyar yirminci yüzyılın bu en çok konuşulan ve en geniş etki dairesine sahip olan manzumesini yazmıştır.Heyderbaba manzumesinde şairin köyüne ve köylülere, akrabalarına olan hasreti, çocukluğunun geçtiği yeşil bağlar ve yalçın dağlar, soğuk bulaklar ve yeşil ormanlar derin bir özlemle hatırlanır, yad edilir.Heyderbaba’nın sevilmesinde ve hafızalarda yer etmesinde halkın şahlık rejimi tarafından yasaklanan Türkçeye olan susamışlığı, sanayi toplumuna geçiş aşamasındaki kitlelerin manevi kültürlerine olan hasreti; insanların kaygısız, dertsiz, sorumsuz ve masum çocukluk hatıralarının olağanüstü ifade edilebilme kabiliyeti, manzumenin edebi-bedii yönden mükemmelliği, şekil vezin, dil ve üslup bakımından geleneğe bağlılığı, uzayın, tabiatın, köy sosyal ve iktisadi hayatının fevkalade güzel yansıtılmasının çok önemli rolü olmuştur.Şairin en dikkate değer eserlerinden biri de Türkiye’ye Heyali Sefer şiiridir. Şair bu eserinde hayalen Türkiye’ye yaptığı yolculuğu, Y. Kemal, M. Akif ve T. Fikret’e karşı olan duygularını, Fatih ve AtaTürk’e olan sevgisini, Türklerle aynı soydan olduğunu, Türkiye’yi kendine vatan bildiğini ve burada “gurbet hissi duymadığını” belirtmiştir. Şiirlerinde Türkiye Türkçesine ait kelime ve ekler de mevcuttur.
Heyderbaba’nın etrafında nitelik ve nicelik yönünden kudretli bir edebiyat meydana geldiği gibi, Heyderbaba aynı zamanda yüzyılımızın en yaygın, en meşhur, hakkında en çok şiir yazılan ve en çok sözü edilen manzumesi unvanını kazanmıştır.Heyderbaba bütün Oğuz coğrafyasında, her iki Azerbaycan, Türkiye ve İrak’ta heyecanla karşılanan yegâne eserdir ve manzume bu ülkelerin manevi olarak birbirlerine yakınlaşmalarında büyük işlev görmüştür. Şehriyar bütün Türk ülkelerine yaptığı tesir bakımından ancak Yesevi, Nevai, Yunus ve Fuzuli ile karşılaştırılabilir.Şehriyar özellikle Heyderbaba şiirleriyle İran’da Türkçeyi diriltmiş ve bu şiirler etrafında meydana gelen edebiyat, nazire ve ithaflar o kadar fazla olmuştur ki, böyle bir hadise şimdiye kadar hiç bir dünya şairine nasip olmamıştır.Şehriyar’ın şiirlerine yazılan nazireler en çok Güney ve Kuzey Azerbaycan, Türkiye ve Irak coğrafyalarında ortaya çıkmıştır.YUSUF GEDİKLİ





HEYDERBABAYA SELAM
Muhammed Hüseyin Şehriyâr, İran edebiyatında olduğu kadar Türk dünyası edebiyatlarında da tanınmış önemli şairlerden biridir. Türkçe kaleme aldığı şiirlerinden “Haydar Baba’ya Selam” adlı şiiriyle ününü sadece yaşadığı coğrafyaya değil dünyanın değişik bölgesine özellikle de Türk dünyasına duyurmuştur. Bu çalışmada Şehriyâr’ın genelde Türkçe şiirleri özelde ise “Haydar Baba’ya Selam” şiiri üzerinde durularak bu şiirde işlenen temalar değerlendirilmiştir.
Sadece İran şiir dünyasının değil, Türk dünyasının özellikle de Azeri şiirinin en büyük şairi Şehriyar, kendi zamanının ileri gelen şah­siyetlerinden birisidir. Şehriyar, asıl ününü Farsça şiir söyleme sahasında yakala­mış olmasına rağmen, Türk dünyasında tanınmış olmasını sağlayan ve onu önemli kılan Türkçe şiirleri, özellikle de “Haydar Baba’ya Selam” şii­ridir. Bundan dolayı Şehriyar, bir bakıma Haydar Baba şairi olarak tanınır.
Şairin dört ciltten oluşan külliyatının dördüncü cildi, Türkçe şiirleri­nin toplandığı kitaptır. Bu ciltte toplam 74 şiir yer almaktadır[i]. Bu şiirler ara­sında “Haydar Baba'ya Selam” şiiri, şairin en çok yankı uyandıran şiiridir. Bunun dışında önemli olan şiirleri şunlardır:
Türk’ün Dili, Türkiye’ye Hayali Sefer, Behcetabad Hatırası, El Bül­bülü, Döğünme-Söğünme, Tersa Balası, Sehendim, Muhammed Rahim Haz­retlerine Cevablar, Süleyman Rüstem’e, İman Müşterisi, Zaman Sesi, Yâr Kasıdi, Alnımın Yazisi, Allah Va'desi, Kardaşımın Mezari, İnsansaz İnkıla­bımız, Kafkazlı Kardaşlar ile Görüş, Gözüm Aydın, Yalan Dünya, Derya Eyledim, Naz Eylemisen, Azize, Azize Can, Ancılâ, Gözüm Aydın...
Cildin sonunda “Haydar Baba’ya Selam” ve diğer şiirleriyle ilgili ge­rekli izahlar da yer almaktadır.
Şehriyar’ın Türkçe divanında göze çarpan en önemli özellik, hiç şüphesiz onun kendi halkına, adet, gelenek-göreneklerine ve en önemlisi de anadili olan Türk Diline önem vermiş olması ve bunu birçok yönüyle üstün görmüş olmasıdır. Örneğin, “Türk’ün Dili” isimli şiirinde bunu açıkça dile getirmektedir:
Türk’ün dili tek sevgili istekli dil olmaz
Özge dile gatsan bu esil dil esil olmaz.
Fars şairi çok sözleri bizlerden aparmış,
Türk’ün meseli, folkloru dünyada tektir,
“Türk Evladı, Gayret Vaktidir” isimli şiirinde de bunun gibi özellik­leri öne çıkaran tasvirlere yer verilmektedir. Şair, “Derya Eyledim” şiirinde ise Türk dilini bir çeşme olmaktan deryaya dönüştürdüğünü ve bunun bir okyanusa dönüşmesi arzusunu dile getirmektedir:
Türki bir çeşme ise men onu derya eyledim,
Bir Soyug me’rekeni mehşer-i kübra eyledim.
Ümidim var ki bu derya hele ogyanus ola,
Ona zamin bu zemine ki müheyya eyledim.
Şehriyar, diğer Türkçe şiirlerinde de buna benzer duygularını sık sık ifade etmekte ve halkının isteklerini hiç çekinmeden Türk dilinin yasaklı ol­duğu bir dönemde dile getirmektedir.
HAYDAR BABA’YA SELAM
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki bölümden oluşmaktadır. Bi­rinci bölümü, ilk defa 1331/1952 yılında Tebriz'de “Hakikat Yayınevi” ta­rafından basılmıştır. İkinci bölümü de ondan kısa bir süre sonra basılıp ya­yınlanmıştır. Birinci bölüm 76 kıtadan, ikinci bölüm ise 49 kıtadan ibarettir.
“Haydar Baba'ya Selam” şiirinin birinci kısmı Türkiye'de ilk defa 1954'te Azerbaycan dergisinde yayınlanmıştır. Derginin Eylül-Ekim 1954 ta­rihli ve 6-7 (30-31)'nci sayılarında yayımlanmağa başlanan şiir, Temmuz-Ağustos 1955 tarihli 4-5 (40-41)'inci sayılarına kadar devam ettiğini Gedikli'den öğreniyoruz[ii). Şiir hakkında Mehmed Emin Resulzade'nin tanıtıcı makalesi de iki sayı sürmüştür. Şiir aynı tarihlerde Türk Yurdu dergisinin Ocak-Ekim 1955 tarihli sayılarında da yayınlanmıştır[iii]. Bundan sonra Ahmet Ateş, “Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam” adıyla bir kitap hazırlamış ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından 1964 yılında Ankara'da ba­sılmıştır. Bu kitapta Şehriyâr'ın hayatı, şiirin aslı ve Türkiye Türkçesi yanında açıklayıcı bilgiler de yer almaktadır.
Muharrem Ergin, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin tümünü, bu şiire nazire olarak yazılan bir kısım şiirlerle birlikte 1971 yılında “Azeri Türkçesi” adıyla yayınlamıştır.
Şehriyâr, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesini yazmazdan önce de İran'da ün kazanmış bir kişiliğe sahipti. Bundan dolayı da çağdaş dönemin Hafız'ı olarak bilinmektedir. Fakat annesinin de büyük arzusuyla kendi öz di­liyle şiir söylemeğe başlaması ve “Haydar Baba’ya Selam” manzumesini ka­leme alması şöhreti bir anda İran sınırlarını aşar. Türkçe konuşan halklar ara­sında tanınmasıyla şiirleri dilden dile dolaşıp şarkı ve türküler halinde sazlar eşliğinde okunur. Şehriyâr, bundan sonra da Türkçe şiirler yazdı ancak hiçbiri “Haydar Baba’ya Selam” şiiri kadar yankı uyandırmadı. Şair, bu durumu şu mısralarla ifade eder:
Bah ki Haydar Baba efsane tek olmuş bir kaf
Men küçük bir dağı ser-i menzil-i anka eyledim[iv.
Gerçekten de Haydar Baba dağı bu manzumede başı göklere ulaşan efsanevi bir dağ olur. Hatta bir kısım insan bunun bir dağ değil de çok ulu bir insan olduğunu zanneder[v]. Şehriyâr’ın Divanına bir önsöz yazan Mehdi Rüşen Zemir, şiirin duygu yüklü özelliğine değinmiş ve bu konuda; “Onu bir defa okuyup da yüz kez ağlamayan insana çok az rastlanır. Çünkü “Haydar Baba”, o kadar duygulandırıcıdır ki insanın ağlamaması mümkün değildir. Gerçekleşememiş arzulara, bir daha geri dönmesi mümkün olmayan geçmişe, yüreklere gömülmüş ve hiç kimseye söylenmemiş dert ve kederlere ve bizleri yarı yolda bırakıp giden candan aziz değerli dostların yokluğunu konu eden bu şaheseri okuyup da duygulanmamak ve ağlamamak akıl kârı değildir.”[vi] düşüncelerini dile getirmiştir.
Bu eserin kaleme alındığı günlerde İran'ın o günkü rejimi, büyük bir halkın diline kilit vurmuş bu arada Azerbaycan halkının da kendi diliyle ko­ ko­nuşup yazmasını “Milli birlik ve beraberlik” adına yasaklamıştı. İşte böyle bir ölümcül sessizlik ve suskunluk esnasında Şehriyâr'ın bu manzumesi yükseldi ve bu sessizlik ve suskunluğu bozdu.
Azerbaycan ve Türk edebiyatı için Şehriyâr, her şeyden önce “Hay­dar Baba” şairidir. Bu eserin kaleme alınması, hem şairin hayatında bir dö­nüm noktası hem de Azeri Edebiyatında yeni bir merhalenin başlangıcı oldu. Halk arasında sahip olduğu bu derin ve sarsılmaz saygıyı ve sevgiyi bu şii­riyle kazandı.
Azerbaycan Edebiyatında da büyük bir canlanmanın oluşmasına, in­sanların kendi edebiyatlarına önem vermesine, kendi yurtlarına karşı daha duyarlı olmasına yol açtı.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin meydana getirmiş olduğu bu güç ve etki, aslında şairin halkçılığından kaynaklanmaktadır. Halk naza­rında bu kadar öne çıkmasının en büyük nedenlerinden biri de, onun halkıyla beraber yaşayan, halkı gibi düşünen, mahrumiyet çeken, sıkıntılar içinde ya­şayan, halkıyla birlikte kederlenen, onun yanında yer alan, onunla birlikte se­vinen, halkının dilinde olup da dudağına alamadığı arzu ve isteklerini tam bir cesaret ve yiğitlikle, eşsiz bir kararlılıkla terennüm eden bir kişiliğe sahip ol­masıdır.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi bahar tasviriyle başlar:
Haydar Baba ıldırımlar şahanda
Seller sular şakgıldayup ahanda
ve gönüllerin coşkusuyla sona erer:
Haydar baba senin gönlün şad olsun
Dünya varken ağzın dolu dad olsun.
Şiirin genelinde bir hatırlatma ve hatırlanma söz konusudur. Şairin özellikle çocukluğu döneminde geçirmiş olduğu anıları her satırda gözler önünde canlanmaktadır.
Seher tezden nahırçılar gelerdi
Goyun-guzu dam-bacadan melerdi
Emmecanım körpelerin belerdi.
Tandırların gavzanırdı tüssüsü
Çöreklerin gözel iyi, issisi.
Çocukluğunda oynadıkları oyunlar bir bir gözlerinin önünde canla­nır. Köy hayatı, gelenek ve görenekleri bir bir anlatılır. Sanki bu manzaralar okuyucunun gözünün önünde canlanıyormuş gibi anlatılır. Bu manzaraların yanında köy hayatında yer eden dini motifler de gözlerimizin önünde can­lanmaktadır. Kişi ve şahsiyetlerin adları adeta tüm hayatlarını anlatırcasına zikredilmektedir.
Şair, birinci bölümde köyü ve köylüyü genellikle müsbet bir şekilde ele alır. İkinci bölümde onların çaresizlik, yoksulluk ve medeniyetin nimetle­rinden mahrumiyetlerini açık bir şekilde dile getirir. Bu konuda Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırmaları adlı eserde şunları söylemektedir:
“Onun bu şiirlerde ele aldığı motifler tamamıyla milli halk hayatın­dan alınmış, folkloriktir. Köyün bütün toplum hayatını inceliği ile aydınlat­mağa çalışmış, ona zarif bir eda ve tasvir gücü vermiştir. Yaşattığı köyünün tipleri ebedileştirilmiş, artık kaybolmaya yüz tutmuş hayat gereklerine Türk zevkini ve rengini vermiştir[vii].”
Şair, halkının yaşamını dile getirmekle birlikte köylünün devamlı içiçe bulunduğu tabiatı da çok güzel bir şekilde nakış nakış çizer. Tabiatta olup biten olayları sesleriyle birlikte canlı bir şekilde gözler önüne serer.
Haydar Baba, ıldırımlar şahanda
Seller, sular şakgıldayup ahanda
Haydar Baba Kurugölün kazları
Gediklerin sazak çalan sazları
Ketgövşenin payızları, yazları
Haydar Baba dağın daşın seresi,
Kehlik ohur dalısında feresi
Guzuların ahı, bozı, karasi
Şiirde gam ve mutluluk, ağlama ve gülme, üzüntü ve ümit hep bir arada görülmektedir. Şair, adeta ağlarken güldüğünü de göstermektedir. Şiir, tıpkı Mevlana'nın ney'i gibi tanıdıkları hikaye edip ayrılıklardan şikayet et­mekte fakat bunun sonu hikaye ve şikayetlerle bitmemekte aksine dolaylı bir etkileşimle okuyucunun yüreğinde hiç haberi olmaksızın büyük bir muhabbet ve manevi bir huzur hissini uyandırmaktadır.
Şiir ve sanatın cansızı canlandırdığı, ünsüzü ünlü hale getirdiği, ölüyü ölümsüzleştirdiği bu şiirden de açıkça ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de şiir ve sanatın bunların kaynağı olduğu şüphesizdir.
Her Azerbaycanlının evinde “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin Kur'an-ı Kerim ve Hafız'ın divanının kenarında yer aldığı bir gerçektir. Halk, vaktinin en değerli bölümünü bu eserleri okumakla geçirmektedir[viii].
Bu manzume, Türk gelenek ve göreneklerini en iyi şekilde gösteren folklorik bir eserdir. Hece vezniyle yazılmış ve değişik toplumsal konular hakkında bilgiler sunan ve adeta Türk insanının her tarafta benzer özellikler taşıdığının örneğidir. Köy hayatını, gelenek ve göreneklerini tümüyle içinde toplamıştır.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki ayrı bölümden oluşmuş ikinci bölüm gerçekte birinci bölümün bir uzantısı ve tamamlayıcısıdır. Her iki bölüm de ortam, mekan ve konu itibariyle aynı kaynaktan beslenir. İki bölüm arasında eğer varsa tek fark, birinci bölümün uzaktan gelen bir selam ve mesajı ve ayrılığın getirmiş olduğu acı hatıraları içermiş olması, ikinci bölümün ise yakından yapılan bir gönül yakınması, Haydar Baba ile şair ev­ladı arasında geçen konuşma, bir takım soru ve cevabı kapsıyor olmasıdır. Şiirin ikinci bölümünde, “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” atasözü gereğince unutulmuş olan hatıraların yeniden gün yüzüne çıkması işlenmek­tedir.
Şehriyâr, birinci bölümde sevdiği dağdan sesinin yankısının yayıl­masını, dünyada ve ufuklarda büyük bir ses yapmasını istemiş,
Men senin tek dağa saldım nefesi
Sen de geyter göylere sal bu nefesi
Haydar Baba da şairin bu isteğine icabet ediyor ve evladının “Hay­dar Baba” feryadını herkesin diline yerleştiriyor.
Gör hardan men sene saldım nefesi
Dedim geyter sal aleme bu sesi
Sen de yahşi simurğ etdin megesi
Sanki kanat verdin yele, nesime
Her tarafdan ses verdiler sesime.
Burada şu noktayı da unutmamak gerekir ki Şehriyâr, bu manzu­meyi kaleme almakla meşhur olmamış aksine Haydar Baba dağı ve çevresi tanınmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Şehriyâr, Haydar Baba'ya değil; Haydar Baba Şehriyâr'a borçludur. Nitekim şair “Derya Eyledim” isimli şiirinde bunu şu şekilde ifade eder:
Bah ki Haydar Baba efsane tek olmuş bir kaf
Men küçik bir daği ser-i menzil-i anka eyledim[ix].
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesinde anlatım biçimi çok sade ve açıktır.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesi içerik ve konu itibariyle taşı­dığı değerler şu şekilde özetlenebilir:
1. Zevkli ve çekici köy yaşamının mücessemleştirilmesi ve birkaç yıl içerisinde unutulması söz konusu olan “folklorik” unsur, anlam ve temala­rın büyük bir kısmının tesbiti.
2. Bu manzumenin tümünde gam ve mutluluk, ağlama ve gülme, üzüntü ile ümit hep bir arada kullanılmıştır. Şairin bu sözleri bir çalgı misali dinleyicinin veya okuyucunun kulağına üzüntüyle ümidi, “ağlarken güldüğü” bir halde can yakıcı bir sesle hayatın itibarsızlığından yakınmakta, dünyanın ve onun içindekilerin iyilik ve kötülükleriyle bir efsaneden ibaret olduğunu ve bugün başkalarının efsanelerini anlatan bizlerin de bir gün bu efsaneler zincirine dâhil olacağımızı bunun için de şer ve kötü efsanelerle anılmaktansa hayır ve iyilik efsanesiyle anılmanın daha iyi olduğu görüşünü haykırmakta­dır.
Şehriyâr'ın yaptığı tasvirlere göre hayat, tıpkı bir su kanalında akan su misalidir. Dünyadan göçüp gidenlerin ve ömrün akışının bir tasviridir.
3. Şehriyâr'ın “Haydar Baba’ya Selam” manzumesi de tıpkı Mevla­na'nın “İnleyen Ney”inin sesi gibi tanıdıkları ve dostları hikaye etme ve ayrı­lıklardan şikayetten başka bir şey değildir. Fakat bunun sonuç ve neticesi hi­kaye ve şikayetlerle sona ermez. Aksine dolaylı bir etkileşim yoluyla okuyucunun yüreğinde hiç haberi olmaksızın muhabbet, sevgi, sefa, ruhi bir marifet ve maneviyat hissini uyandırır. Gönlün manzarasını renksizlik ren­giyle ve güzellik duygusuyla süsler.
4. Şehriyâr, bu şiirinde şaşırtıcı bir güç ve kudretle “Asla iki kez görmeyeceğin şeye tap.” sözünü tefsir ediyor. “Haydar Baba’ya Selam” man­zumesi baştan başa bu sözün bir tefsiri gibidir.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesinin ilk bölümünde şair, uzak düşmüş evlat ünvanıyla Haydar Baba’ya bir selam gönderiyor ve bu iyi bahtlı dağı çocukluk günlerinin acı-tatlı anı ve hatıralarının bir “sembol”u olarak görmekte ve tıpkı usta bir nakkaş gibi maharetli bir şekilde büyük bir incelik, zerafet, letafet ve hasretle bu anı ve hatıraları süsleyip resmetmektedir.
İkinci bölümde ise, Haydar Baba'nın meşhur evladı, uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra gözlerini güzel tabiatına açtığı topraklara geri döner. Ancak bu defa şevk dolu gözyaşlarını gam gözyaşlarıyla karıştırır ve rengarenk ço­cukluk perdesinin görüntüsünü Haydar Baba'nın eteklerinde arar. Fakat hü­zünden başka bir şey bulamaz. “Haydar Baba”nın şair çocuğu, doğduğu top­raklara döndüğünde gözlerinde o “gençlik” gözlükleri olmadığından kaybet­miş olduğu cennetini bulamaz ve çocukluğunda gördüklerini yaşadıklarını yeniden görüp yaşayamaz. Bunun için de dönmeğe ve gönlünü eski hatıra­larla hoş tutmaya mecbur olur. İkinci bölümde dile getirdiği konular da bu üzüntüden olsa gerek. Ayrıca bu bölüm, şairin bir hasret edebiyatı şairi ol­duğu da ortaya çıkar.
Haydar Baba'ya Selam manzumesi adeta hayatın tümünü gözler önüne seren bir ayna gibidir ve burada görülen şey daha çok ağlamadır. Gül­meye daha az rastlanır. Bu gülme de aslında ağlamayla karışık bir gülmedir. Bu da şairin hayatının hep hüzünlü geçtiğini gösterir:
Deyne menim şair oğlum Şehriyâr
Bir ömürdür ğem üstüne ğem kalar
Bu manzumede kullanılmış olan bir takım tabir, kinaye, teşbih ve istiareler vardır ki sahip oldukları bu letafet ve zarafeti olduğu gibi bir başka dile tercüme etmek asla mümkün değildir. Örneğin;
Koy kuzular ayın-şayın otlasın.
mısraındaki “ayın-şayın” ıstılahını bir başka dile aynı zarafet ve letafetle ter­cüme etmek mümkün olabilir mi? Haydar Baba'da bunun gibi örneklere sık sık rastlamamız mümkündür.
Şair, geçmiş günlerin anısına bazen öyle bir dalar ki taş yürekleri bile eritir:
Kaş kayıdup bir de uşah olaydım
Bir gül açıp ondan sora solaydım
Ah üzümi o ezdiren günlerim
Ağaç minup at gezdiren günlerim.
Şiiri bir defa dahi okuyan bir kişi rahatlıkla büyük bir kısmını zih­ninde canlandırır ve onu asla unutamaz. Yukarıdaki örnek bunu çok güzel bir şekilde göstermektedir. Çünkü herkesin çocukluğunda oynadığı bir oyunu gözler önüne sermektedir. Yine herkesin zihninde kalabilecek şu kısımda ol­duğu gibi:
Haydar Baba nene kızın gözleri
Rehşende'nin şirin şirin sözleri
Türki dedim ohusunlar özleri
Bilsinler ki adam gider ad kalar
Yahşi pisden ağızda bir dad kalar.
“Haydar Baba’ya Selam” Manzumesine Yapılan Nazireler:
Haydar Baba'ya Selam yayınlandıktan çok kısa bir süre sonra büyük bir yankı bulur ve yankısı Türkçe konuşan halklar arasında bir anda yayılır. Özellikle İran'da Türk Dilinin yasaklanması halkın diline duyduğu özlemi gi­dermede bu gibi şiirlerin etkisi çok olmuştur. Halkın kendi diline karşı hassa­siyetle eğilmesi yolunda ilk adımı Şehriyâr atmıştır. Bundan sonra da Türkçe şiir söyleyen şairler, ondan cesaret alarak şiirine nazire yazmışlardır.
Şiir yayınlanır yayınlanmaz yankılar duyulmağa başladı. İran Azer­baycan'ında Mehmed Hüseyin Sahhaf Cennetimekan Tebrizî, Cabbar Bağçeban, Nusretullah Fethî, İnayetullah Eminpur, Ali Tebrizî, Bulut Karaçorlu Sehend, Muhammed Ali Saibî gibi şairler, nazire yazmağa başla­dılar.
Kuzey Azerbaycan'da ise hemen hemen her şairin Şehriyâr ve Hay­dar Baba'ya Selam ile ilgili bir şiiri vardır. Bunlar arasında en ünlüleri ve ta­nınmışları Mehmed Rahim, Süleyman Rüstem, Mir Ebu'l-Fazl Hüseynî (Has­ret), Mehmed Aslan gibi şairlerdir ki bunların Şehriyâr ile ilgili şiir ve anıları çoktur. Bunlar dışında Hekime Billüri, Medine Gülgün, Bahtiyar Vahapzade, Refik Zeka Handan, Halil Rıza, Cafer İftihar, Abbas Ali Kerimoğlu, Hayrullah Kerimoğlu gibi şairleri de görebiliriz[x].
Şiir Türkiye'de de kısa bir süre içinde yankı bulmuş ve şairler buna nazire yapmışlardır. Türkiye'de Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam'a yapılan nazireleri Osman F. Sertkaya toplayıp üç mekale halinde Türk Kültürü ve Azerbaycan Türkleri adlı eserde yayınlamıştır[xi].
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesine nazire şeklinde şiir yazan şairler arasında Cenani Dökmeci'nin “Bizim Dilden Bizim Köy” adlı 79 dörtlüklü şiiri, Hayrettin Tokdemir'in “Kocabey” isimli 108 beşlikli şiiri, Zeynelabidin Makas'ın “Hoş Hatıralar” başlıklı 47 beşlik ve üç dörtlüğü, Fahri Unan'ın “Çiçekli'ye Selam” adlı 72 beşli manzumeleri zikredilmeğe de­ğer şiirlerdir[xii]. Bunlar dışında Şehriyâr'a şiir ve nazire yazan şairlerimiz ara­sında Vecdi Kankılıç, Aydil Erol, Ali Korkut Akbaş, Hüseyin Perviz Hatemi, Servet Gürcanhan, Tuncer Güzelsoy, Nihat Yücel, Mustafa Kayabek, Emin Güzelsoy gibi şairler de sayılabilir[xiii].
Şehriyâr'ın bu manzumesi Irak'taki Türkler arasında da yankı bul­muş ve ona nazireler yazılmıştır. Abdullatif Benderoğlu (Gurgur Baba), Dr. Sabah Abdullah Kerküklü (Gözlü Baba), Salahattin Nacioğlu (Ğulam Ba­ba'ya Selam), Hüseyin Ali Mübarek (Tuzhurmatu), Mehmet Mehdi Bayatoğlu (İkinci Kaytez Baba) gibileri “Haydar Baba’ya Selam” manzume­sine güzel nazireler kaleme almışlardır[xiv].
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesi başta Farsça olmak üzere İtal­yanca, Rusça, Gürcüce, Bulgarca, gibi dillere tercüme edilmiştir. Fakat ne yazık ki bazen kasıtlı bazen de tecrübesizce yanlışlıklar yapılmıştır. Bu ko­nuda Asğar Ferdi ve Hüseyin Ferdî'nin Keyhân-i Hevayi dergisinde yaptıkları açıklamalar ve ele aldıkları yanlışlıklar bize onun tercümelerinin kasıtlı ola­rak değiştirildiğini açıkça göstermektedir[xv].
Manzumenin Farsça’ya tercüme edilmiş birçok nüshası mevcuttur. Şehriyâr bunlardan iki çeviriyi derleyerek divanına almıştır.
Şair, kendisine yazılan nazirelerin çoğuna cevap vermiş ve bunların adını kendi şiirlerinde dile getirmiştir. Nitekim şiirlerin birçoğunda bu isim­lere rastlamamız mümkündür.
Şehriyâr, böylece gerek İran’da gerek Azerbaycan’da ve gerekse Türkiye’de Türkçe bir edebiyatın oluşmasına büyük bir katkıda bulunmuştur. Nitekim Şair, bu konuda şöyle demektedir:
Türki bir çeşme ise men oni derya eyledim
Bir Soyuk ma'rekeni mehşer-i kübra eyledim
Ne tek İran'da menim velvele salmış kalemim
Bah ki Türkiye’de, Kafkaz’da ne kavga eyledim
Türki vallah, analar ohşaği, laylay dilidir
Derdimi men bu deva ile müdava eyledim.[xvi]
Şair, bu şiirinde Türkçenin geleceğine olan güvenini çok açık bir şe­kilde ortaya koymaktadır.
“Haydar Baba’ya Selam” Manzumesinin Geniş Yankı Bulması­nın Nedeni
Haydar Baba dağını bu kadar meşhur kılan şey, hiç şüphe yok ki Şehriyâr’dır. Eğer Şehriyâr olmasaydı Haydar Baba’yı kimse tanıyamaya­caktı. Bundan dolayı da “Haydar Baba şiiri Haydar Baba dağından daha yük­sektir.” dersek abartmış olmayız. Aksi takdirde eğer bu şiir olmasaydı ruhsuz bir avuç taş ve topraktan başka bir şey olmayacaktı. Evet Leyla, Mecnun’un gözünde ne derece ulu bir hale gelmişse Haydar Baba Dağı da Şehriyâr’ın gö­zünde öyle ulu bir hale gelmiştir ki bu kadar ünlü bir dağ halini almıştır. Zira sanatçının işi, seçmek ve süslemektir, sahip olduğu ruhla cansız tabiata bir şeyler bağışlayıp onu canlandırmaktır. Şair de bunu en güzel bir şekilde yap­mıştır.
Kimi şairler vardır ki kaleme aldıkları şiir veya konularla ölümsüz­leşmişlerdir. Kimi şairler de ele aldıkları konularla hem kendileri ölümsüz­leşmiş hem de ele aldıkları konular ölümsüz bir hale gelmiştir. İşte Şehriyâr da bu tür şairler arsındadır. Örneğin Mehmet Akif dendi mi akla ilk gelen İs­tiklal marşı veya Çanakkale şehitleri adlı şiirleridir. Veya Necip Fazıl dendiği zaman akla hemen “Kaldırımlar” veya “Sakarya” şiirleri, Fuzuli dendiği za­man “Su kasidesi” akla gelmektedir. Veya bunu tersinden söylememiz de mümkündür. Biri zikredilince akla hemen diğeri gelir. Birbirleriyle özdeş bir hale gelmişlerdir. İşte Şehriyâr ile Haydar Baba şiiri de böyledir. Hatta Şehriyâr ve Haydar baba’sı bunları da aşarak kısa süre içinde bütün Türkçe konuşan halklar arasında büyük bir yankı bulmuş ve zihinlerde büyük bir yer edinmiştir.
Elbette bunun bu kadar yankı bulması ve zihinlerde yer edinmesinin birçok sebebi vardır. Türkçe’nin İran’da yasaklanmış olması buna önemli bir sebep teşkil etmektedir. Sokakta bile Türkçe konuşmak yasaktı. Bu durum İran İslam Devriminin olduğu ana dek sürer. İşte böyle yasaklı bir dönemde bu şiir kaleme alınır ve Türk halkı arasında bir anda yayılmaya başlar. Halkın Türkçeye olan susamışlığını da böylece gidermiş olur.
Bu şiirin büyük bir kesim tarafından benimsenmesinin bir diğer özelliği de içinde köy hayatının, gelenek ve göreneklerinin yer alıyor olması­dır.
Bir diğer özellik de şiirin halk diliyle söylenmesi ve folklorik un­surları taşıyor olmasıdır.
Kısacası şiir, halkın kültüründen, adet, gelenek göreneklerinden ve yaşam tarzlarından örnekler sunduğu için dilden dile dolaşıp ezberlenmiştir
ŞEHRİYAR’IN TÜRKÇE DİVANI VE HAYDAR BABA’YA SELAM ŞİİRİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME-DOĞU EDEBİYATI 2006 HASAN ALMAZ


KAYNAKLAR:
ATEŞ, Ahmet, Şehriyâr ve Haydar Baba’ya Selam, Türk Kültürünü Araş­tırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1964.
ERGİN, Muharrem, Azeri Türkçesi, Ebru Yayınları, 3. bs., İstanbul 1986.
GEDİKLİ, Yusuf, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, Ötüken Neşriyat, 3.bs., İstanbul 1997.
KILIÇ, Selahattin - ŞİMŞEK İlhan, Haydar Baba’ya Selam, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993.
MUHAMMEDZADE, Hamîd, Külliyât-ı Eş'âr-ı Türkî-yi Şehriyâr, İntişarât-ı Zerrin ve İntişarât-ı Nigâh, 8. bs., Tahran hş.1373.
NIKENDIŞ, Buyuk, Hatırat-ı Şehriyâr Bâ Digerân, Neşr-i Süheyl, 1.bs., hş. 1370.
SERVETİYAN, Behrûz, Selam Ber Haydar Baba, İntişârât-ı Suruş, Tahran hş.1374.
ŞEHRİYÂR, Seyyid Muhammed Hüseyin, Divan-ı Şehriyâr, (3 cilt), İntişarât-ı Zerrîn - İntişarât-ı Nigâh, 16. bs., Tahran hş. 1374.
ŞEHRİYÂR, Seyyid Muhammed Hüseyin, Divan-ı Şehriyâr (Türkçe) Hay­dar Baba’ya Selam ekiyle, İntişarât-ı Zerrîn - İntişarat-ı Nigâh, Prof. Dr. Hamid Muhammedzade’nin açıklamalarıyla, 8. bs., Tahran hş.1373.
TOKATLI, Ümit, Irak Türklerinin "Haydar Baba’ya Selam"a Yazdıkları Bazı Nazirelerden Örnekler", Tuncer Gülensoy Armağanı, Yayına Haz.: Ahmet BURAN, Bizim Gençlik Yayınları, Kayseri (Tarihsiz).

[i] Dr. Yusuf Gedikli'nin kitabının son baskısında Şehriyâr'ın toplam 92 şiiri yer almaktadır. Bu da Şehriyâr'ın Türkçe şiirlerinin bu güne kadar var olanlarının tümünün bir arada toplanmış halidir. Gedikli, 1996 yılına kadar gerek İran'da gerekse Azerbaycan'da yayınlanmış olan tüm şiirlerini bir araya getirerek yeniden yayınlamıştır.

[ii] Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, s.115.
[iii] a.g.e., s.115
[iv] Şehriyâr, Divan, c.IV, s.230.
[v] Behruz Servetiyan, Selam Ber Haydar Baba, s.16
[vi] a.g.e., s.15
[vii] Ahmet Caferoğlu, "Şair Şehriyâr", Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1964, sayı 1, s. 133-141.
[viii] Behruz Servetiyan, Selam Ber Heyder Baba, s.35
[ix] Şehriyâr, Divan, c.IV, s.230
[x] Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, s.123.
[xi] a.g.e., s.125
[xii] a.g.e., s.125.
[xiii] a.g.e., s.125.
[xiv] Ümit Tokatlı, "Irak Türklerinin Haydar Baba'ya Selam'a yazdıkları bazı Nazirelerden Örnekler", Tuncer Gülensoy Armağanı, Kayseri (Tarihsiz), s.85-101.
[xv] Hüseyin Ferdî, Keyhan-ı Hevaî, Sayı. 1054, s.5; Asğar Ferdî, Keyhan-ı Hevaî, Sayı.1050, s.5.
[xvi] Şehriyâr, Divan, c.IV, s.229.


Heyderbaba'ya selam

Heyder Baba, ıldırımlar şakanda, Seller, sular şakkıldayıb akanda, Kızlar ona saf bağlayıb bakanda, Selâm olsun şevkatize, elize, Menim de bir adım gelsin dilize. Heyder Baba, kehliklerin uçanda, Göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda, Bahçaların çiçeklenib açanda, Bizden de bir mümkün olsa, yâd ele, Açılmayan ürekleri şâd ele. Bayram yeli çardakları yıkanda, Novruz gülü, kar çiçeği çıkanda, Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda, Bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun, Derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun. Heyder Baba, gün dalıvı dağlasın, Üzün gülsün, bulakların ağlasın, Uşaklarun bir deste gül bağlasın, Yel gelende ver getirsin bu yana, Belke menim yatmış bahtım oyana. Heyder Baba, senin üzün ağ olsun, Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun, Bizden sora senin başın sağ olsun, Dünya kazov-kader, ölüm-itimdi, Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi. Heyder Baba, yolum senden keç oldu, Ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu, Heç bilmedim gözellerin neç oldu, Bilmezidim döngeler var, dönüm var, İtginlik var, ayrılık var, ölüm var. Heyder Baba, igit emek itirmez, Ömür geçer efsus bere bitirmez, Nâmerd olan ömrü başa yetirmez, Biz de vallah unutmarık sizleri, Görenmesek helâl edin bizleri. Heyder Baba, Mir Ejder seslenende, Kend içine sesden-köyden düşende, Aşık Rüstem, sazın dillendirende, Yadındadır ne hövlesek kaçardım, Kuşlar tekin kanad çalıb uçardım. Şengülava yurdu, aşık alması, Gâh da gedib orda konak kalması, Daş atması, alma-heyva salması, Kalıb şirin yuhu kimin yadımda, Eser koyub, ruhumda her zadımda. Heyder Baba, Kuru gölün kazları, Gediklerin sazak çalan sazları, Ket kövşenin payızları, yazları, Bir sinema perdesidir gözümde, Tek oturub, seyr ederem özümde. Heyder Baba, Karaçemen caddası, Çovuşların geler sesi, sedası, Kerbelâ’ya gedenlerin kadası, Düşsün bu aç, yolsuzların gözüne, Temeddünün uyduk yalan sözüne. Heyder Baba, şeytan bizi azdırıb, Mehebbeti üreklerden kazdırıb, Kara günün ser-nüviştin yazdırıb, Salıb halkı bir-birinin canına, Barışığı beleşdirib kanına. Göz yaşına bakan olsa, kan akmaz, İnsan olan hancer beline takmaz, Amma hayıf, kör tutduğun burakmaz, Behiştimiz cehennem olmakdadır, Ziheccemiz meherrem olmakdadır. Hazan yeli yarpakları tökende, Bulut dağdan yenib kende köçende, Şeyhülislam gözel sesin çekende, Nisgilli söz üreklere deyerdi, Ağaçlar da Allah’a baş eyerdi. Daşlı bulak daş-kumunan dolmasın, Bahçaları saralmasın, solmasın, Ordan keçen atlı susuz olmasın, Deyne bulak, hayrın olsun, akarsan, Ufuklara humar-humar bakarsan. Heyder Baba, dağın daşın seresi, Kehlik okur, dalısında feresi, Kuzuların ağı, bozu, karası, Bir gedeydim dağ-dereler uzunu, Okuyaydım: 'Çoban, kaytar kuzunu'. Heyder Baba, Sulu yerin düzünde, Bulak kaynar çay çemenin gözünde, Bulakotu, üzer suyun üzünde, Gözel kuşlar ordan gelib keçerler, Halvetleyib bulakdan su içerler. Biçin üstü sünbül biçen oraklar, Ele bil ki, zülfü darar daraklar, Şikarçılar bildirçini soraklar, Biçinçiler ayranların içerler, Bir huşlanıb, sondan durub biçerler. Heyder Baba, kendin günü batanda, Uşakların şamın yeyib yatanda, Ay bulutdan çıkıb kaş-göz atanda, Bizden de bir sen onlara kıssa de, Kıssamızdan çoklu gam u gussa de. Karı nene gece nağıl deyende, Külek kalkıb kap-bacanı döyende, Kurd keçinin Şengülüsün yeyende, Men kayıdıb bir de uşak olaydım, Bir gül açıb ondan sora solaydım. ‘Emmecan’ın bal bellesin yeyerdim, Sondan durub üs donumu geyerdim, Bahçalarda tiringeni deyerdim, Ay özümü o ezdiren günlerim, Ağac minib, at gezdiren günlerim. Heçi hala çayda paltar yuvardı, Memmed Sadık damlarını suvardı, Heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardı Her yan geldi, şıllak atıb aşardık, Allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık. Şeyhülislam münâcatı deyerdi, Meşed Rahim lebbâdeni geyerdi, Meşdâceli bozbaşları yeyerdi, Biz hoş idik, hayrat olsun, toy olsun, Fark eylemez, her n’olacak, koy olsun. Melik Niyaz verendilin salardı, Atın çapıb kıykacıdan çalardı, Kırkı tekin gedik başın alardı. Dolayıya kızlar açıb pencere, Pencerelerden ne gözel menzere. Heyder Baba, kendin toyun tutanda, Kız gelinler hena, pilte satanda, Bey geline damdan alma atanda, Menim de o kızlarında gözüm var, Aşıkların sazlarında sözüm var. Heyder Baba, bulakların yarpızı, Bostanların gülbeseri, karpızı, Çerçilerin ağ nebatı sakkızı, İndi de var damağımda, dad verer, İtgin geden günlerimden yad verer. Bayram idi gece kuşu okurdu, Adaklı kız bey çorabın tokurdu, Herkes şalın bir bacadan sokurdu, Ay ne gözel kaydadı şal sallamak, Bey şalına bayramlığın bağlamak. Şal istedim men de evde ağladım, Bir şal alıb tez belime bağladım, Gulam gile kaçdım, şalı salladım, Fatma hala mene çorab bağladı, Han nenemi yada salıb ağladı. Heyder Baba, Mirzemmed’in bahçası, Bahçaların turşa şirin alçası, Gelinlerin düzmeleri, tahçası Hey düzüler gözlerimin refinde, Heyme vurar hatıralar sefinde. Bayram olub, kızıl palçık ezerler, Nakış vurub, otakları bezerler, Tahçalara düzmeleri düzerler Kız-gelinin fındıkçası, henası, Heveslener anası, kaynanası. Bakıçının sözü, sovu, kağızı İneklerin bulaması, ağızı, Çerşenbenin girdekânı, mövizi Kızlar deyer: “Atıl-matıl, çerşenbe, Ayna tekin bahtım açıl, çerşenbe”. Yumurtanı göyçek, güllü boyardık, Çakkışdırıb sınanların soyardık, Oynamakdan birce meğer doyardık, Eli mene yaşıl aşık vererdi, İrza mene novruz gülü dererdi. Novruz Ali hermende vel sürerdi, Kâhdan enib küleşlerin kürerdi, Dağdan da bir çoban iti hürerdi, Onda gördün ulak ayak sahladı, Dağa bakıb kulakların şahladı. Akşam başı nahırçılar gelende, Kodukları çekib, vurardık bende, Nahır keçib gedib yetende kende, Heyvanları çılpak minib kovardık, Söz çıksaydı, sine gerib sovardık. Yaz gecesi çayda sular şarıldar, Daş kayalar selde aşıb, karıldar, Karanlıkda kurdun gözü parıldar, İtler gördün, kurdu seçib ulaşdı, Kurd da gördün, kalkıb gedikden aşdı. Kış gecesi tövlelerin otağı, Kentlilerin oturağı, yatağı, Buharıda yanar odun yanağı, Şebçeresi, girdekânı, iydesi, Kendi basar gülüb-danışmak sesi. Şücâ haloğlunun Baki savgati, Damda kuran samavarı, söhbeti, Yadımdadı şestli keddi, kameti, Cünemmegin toyu döndü, yas oldu, Nene Kız’ın baht aynası kâs oldu. Heyder Baba, Nene Kızın gözleri, Rakşende’nin şirin-şirin sözleri, Türki dedim, okusunlar özleri, Bilsinler ki, adam geder ad kalar, Yahşı-pisden ağızda bir dad kalar. Yaz kabağı gün güneyi döyende, Kend uşağı kar güllesin sövende, Kürekçiler dağda kürek züvende, Menim ruhum ele bilin ordadır, Kehlik kimi batıb kalıb, kardadır. Karı Nene uzadanda işini, Gün bulutdan eyirerdi teşini, Kurd kocalıb, çekdirende dişini, Sürü kalkıb dolayıdan aşardı, Badyaların südü aşıb-daşardı. Hecce Sultan emme dişin kısardı, Molla Bağır emoğlu tez mısardı, Tendir yanıb, tüstü evi basardı, Çaydanımız arsın üste kaynardı, Kovurkamız saç içinde oynardı. Bostan pozub getirerdik aşağı, Doldurardık evde tahta tabağı, Tendirlerde pişirerdik kabağı, Özün yeyib, tohumların çıtlardık, Çok yemekden lap az kala çatlardık. Verzeğan’dan armud satan gelende, Uşakların sesi düşerdi kende, Biz de bu yandan eşidib bilende, Şıllak atıb bir kışkırık salardık, Buğda verib armudlardan alardık. Mirza Tağı’ynan gece getdik çaya, Men bakıram selde boğulmuş aya, Birden ışık düşdü otay bahçaya, ”Eyvay dedik, kurddu”, kayıtdık, kaşdık, Heç bilmedik ne vakt küllükden aşdık. Heyder Baba, ağaçların ucaldı, Amma hayıf cevanların kocaldı, Tokluların arıklayıb acaldı, Kölge döndü, gün batdı, kaş kereldi, Kurdun gözü karanlıkda bereldi. Eşitmişem yanır Allah çırağı, Dayır olub mescidüzün bulağı, Râhat olub kendin evi, uşağı, Mensur Han’ın eli kolu var olsun, Harda kalsa, Allah ona yar olsun. Heyder Baba, Moll’ İbrahim var, ya yok? Mekteb açar, okur uşaklar, ya yok? Hermen üstü mektebi bağlar, ya yok? Menden ahonda yetirersen selâm, Edebli bir selâm-ı mâ lâkelâm. Hecce Sultan emme gedib Tebriz’e, Amma ne Tebriz ki, gelemmir bize, Balam durun, koyak gedek evmize, Ağa öldü, tufakımız dağıldı, Koyun olan yad gediben sağıldı. Heyder Baba, dünya yalan dünyadı, Süleyman’dan, Nuh’dan kalan dünyadı, Oğul doğan, derde salan dünyadı, Her kimseye her ne verib alıbdı, Eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı. Heyder Baba, yaru yoldaş döndüler, Bir-bir meni çölde koyub, çöndüler, Çeşmelerim, çırahlarım, söndüler, Yaman yerde gün döndü, akşam oldu, Dünya mene harâbe-i şâm oldu. Emoğluynan geden gece Kıpçağ’a, Ay ki çıkdı, atlar geldi oynağa, Dırmaşırdık, dağdan aşırdık dağa, Meşmemi Han göy atını oynatdı, Tüfengini aşırdı, şakkıldatdı. Heyder Baba, Kara gölün deresi, Hoşgenâb’ın yolu, bendi, beresi, Orda düşer çil kehliğin feresi, Ordan keçer yurdumuzun özüne, Biz de keçek yurdumuzun sözüne. Hoşgenâb’ı yaman güne kim salıb? Seyyidlerden kim kırılıb, kim kalıb? Amir Gafar dam daşını kim alıb? Bulak gene gelib gölü doldurur, Ya kuruyub, bahçaları soldurur. Amir Gafar seyyidlerin tacıydı, Şahlar şikar etmesi kıykacıydı, Merde şirin, nâmerde çok acıydı, Mazlumların hakkı üste eserdi, Zalimleri kılıç tekin keserdi. Mir Mustafa dayı, uca boy baba, Heykelli, sakkallı, Tolustoy baba, Eylerdi yas meclisini, toy baba, Hoşgenâb’ın âb-ı rûsu, erdemi, Mescidlerin, meclislerin görkemi. Mecdüssâdât gülerdi bağlar kimi, Guruldardı, buludlu dağlar kimi, Söz ağzında erirdi yağlar kimi, Alnı açık, yakşı, derin kanardı, Yaşıl gözler çırağ tekin yanardı. Menim atam süfreli bir kişiydi, El elinden tutmak onun işiydi, Gözellerin âhire kalmışıydı, Ondan sonra dönergeler döndüler, Mehebbetin çırağları söndüler. Mir Sâlih’in deli sevlik etmesi, Mir Aziz’in şirin şahsey getmesi, Mir Memmed’in kurulması, bitmesi, İndi desek, ahvâlâtdı, nağıldı, Keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı. Mir Abdül’ün aynada kaş yakması, Çövçülerinden, kaşının akması, Boylanması, dam-divardan bakması, Şah Abbas’ın dürbini, yâdeş behayr, Hoşgenâb’ın hoş günü, yâdeş behayr. Sitâr’ emme nezikleri yapardı, Mir Kadir de her dem birin kapardı, Kapıb, yeyib, dayça tekin çapardı, Gülmeliydi onun nezik kappası, Emmemin de, ersininin şappası. Heyder Baba, Amir Heyder neyneyir? Yakın gene samavarı keyneyir, Day kocalıb, alt engiynin çeyneyir, Kulak batıb, gözü girib kaşına, Yazık emme, havâ gelib başına. Hanım emme Mir Abdül’ün sözünü, Eşidende eyer ağzı, gözünü, Melkâmıd’a verer onun özünü, Da’vaların şuhlugılan katallar, Eti yeyib, başı atıb yatallar. Fizze hanım Hoşgenâb’ın gülüydü, Amir Yahya em kızının kuluydu, Ruhsâre artist idi, sevgiliydi, Seyid Hüseyn Mir Salih’i yansılar, Amir Cefer geyretlidir, kan salar. Seher tezden nahırçılar gelerdi, Koyun kuzu dam bacadan melerdi, Emme Can’ım körpelerin belerdi, Tendirlerin kavzanardı tüstüsi, Çöreklerin gözel iyi, istisi. Göyerçinler deste kalkıb uçallar, Gün saçanda kızıl perde açallar, Kızıl perde açıb, yığıb kaçallar, Gün ucalıb, artar dağın celâli, Tebietin cevanlanar cemâli. Heyder Baba, karlı dağlar aşanda, Gece kervan yolun aşıb çaşanda, Men hardasam, Tehran’da, ya Kâşan’da, Uzaklardan gözüm seçer onları, Hayâl gelib, aşıb keçer onları. Bir çıkaydım Damkaya’nın daşına, Bir bakaydım keçmişine, yaşına, Bir göreydim neler gelib başına, Men de onun karlarıylan ağlardım, Kış donduran ürekleri dağlardım. Heyder Baba, gül konçesi handandı Amma hayıf, ürek gazası kandı, Zindegânlık bir karanlık zindandı, Bu zindanın derbeçesin açan yok, Bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok. Heyder Baba, göyler bütün dumandı, Günlerimiz birbirinden yamandı, Birbirizden ayrılmayın, amandı, Yakşılığı elimizden alıblar, Yakşı bizi yaman güne salıblar! Bir soruşun bu karkınmış felekden, Ne isteyir bu kurduğu kelekden? Deyne, keçirt ulduzları elekden, Koy tökülsün, bu yer üzü dağılsın, Bu şeytanlık korkusu bir yığılsın. Bir uçaydım bu çırpınan yelinen, Bağlaşaydım dağdan aşan selinen, Ağlaşaydım uzak düşen elinen, Bir göreydim ayrılığı kim saldı? Ölkemizde kim kırıldı, kim kaldı? Men senin tek dağa saldım nefesi, Sen de kaytar, göylere sal bu sesi, Baykuşun da dar olmasın kefesi, Burda bir şîr darda kalıb bağırır, Mürüvvetsiz insanları çağırır. Heyder Baba, gayret kanın kaynarken, Karakuşlar senden kopub kalkarken, O sıldırım daşlarıynan oynarken, Kavzan, menim himmetimi orda gör, Ordan eyil, kâmetimi darda gör. Heyder Baba, gece durna keçende, Köroğlunun gözü kara seçende, Kıratını minib, kesib biçende, Men de burdan tez matlaba çatmaram, Eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram. Heyder Baba, merd oğullar doğginan, Nâmerdlerin burunların oğginan, Gediklerde kurdları dut boğginan, Koy kuzular ayın şayın otlasın, koyunların kuyrukların katlasın. Heyder Baba, senin könlün şad olsun, Dünya varken ağzın dolu dad olsun, Senden keçen yakın olsun, yad olsun, Deyne menim şâir oğlum Şehriyâr, Bir ömürdür gam üstüne gam çalar.

Şehriyar
Türk dünyasının en güçlü ozanlarından olan Muhammed Hüseyin Şehriyâr, 1904 yılında Tebriz’de doğdu. Babası Dâvâ Vekili Mirzâ Aka Hoşgenabî, Hoşgenab kasabasının Haydar Baba köyündendir. Şiire ad olan Haydar Baba, hem bir köy ismi, hem de bir dağ adıdır. Bu dağın eteklerinde şu köyler vardır: Güllüce, Narinâbad, Başkend, Taşatan, Kıpçak, Serha, Karaçimen, Hoşgenab, Kayışkursak, Vangüzelleri, Büyükşengilova... Bunlar Türk köyleridir. Şehriyâr’ın çocukluğu bu köylerde geçmiş; Haydar Baba’nın eteğindeki kırlarda dolaşıp, oyun oynamıştır.

Şehriyâr, Haydar Baba’ya Selâm şiiriyle çocukluk günlerine döner. O günleri arar. O köylerdeki gelenekleri, köy hayatını anlatır. Anlatışında duruluk, içtenlik vardır. Haydar Baba’ya Selâm şiirinde anlattığı hayat, herhangi bir Türk budununun bulunduğu yöredekinin hemen hemen aynısıdır. Aynı sosyal ilişkileri, aynı gelenekleri; Türkmeneli’nde, Kırgızeli’nde, Kazakeli’nde, Özbekeli’nde veya Anadolu’da bulmak mümkündür. Bu bakımdan bu ulu şiir, Türk dünyasında, bozkır hayatının, özellikle köy hayatının en usta anlatımıdır.

Diğer yandan Şehriyâr, İran’da yazdığı Türkçe şiirlerle, İran Türkünün kültür varlığını da bütün dünyaya tanıtmıştır. Şehriyâr, bu bakımdan unutulmayacak bir ulu kişidir.
Şehriyâr, sadece Güney Azerbaycan'ın değil, bütün Türk dünyasının en önemli şairlerinden birisidir.